13 Şubat 2010 Cumartesi

İstanbul...

Şehirler insanların karakterlerini etkiliyor derler ama galiba ben biraz daha fazla anlam katıyorum içinde yaşadığım bu şehre. Gitgide onunla daha da özdeştirmek istiyorum kendimi, İstanbul ben, ben İstanbulmuşum gibi. Karmaşık, gizli, çekici, itici, bazen acımazsız, bazen de şevkatli ama hep katlanarak, artarak büyümek istiyorum onun gibi.

Dünyanın sanki tüm güzellikleri burda, sahlep kokulu motorlar, sıcak çay diye bağıran amcanın sesi, köpük köpük dalgalar, sultan edasıyla yüzen vapurlar, yabancı yük gemileri, fındıklı limanında duran cruise gemilerinden patlayan flaşlar, köprünün kimi zaman ahenkli, kimi zamanda gazinoymuşçasına renkli ışıkları, kız kulesinin duruşu, gitgide azalan yeşillikler ve çoğalan betonarme yapılar , ah tabi birde Sirkeci- Üsküdar arabalı vapuru, ilerden gözüken inci gibi dizilmiş prens adaları, anadolu yakasının sahili yeşil ve düzenli, Moda, Fenerbahçe marinası ve geceleri, her apartmandan fışkıran ışıklarıyla hayat dolu bir şehir burası.

Sokakları her bir köşe başında ayrı bir dünyaya açılan. Her sokak ayrı bir süpriz, bazen davetkar, bazen korkutucu.

Ve martılar bazen tehditkar, bazen sevimli ama İstanbul'un belki de en eski sahipleri, motorlarla, vapurlarla yarış yapan.. Bazen onları iki yaka arasında mekik dokuyan bu vapurların, motorların koruyucu birlikleri olduğunu hayal etmekten alıkoyamam kendimi, görevlerini büyük bir ciddiyetle yapan, atılan simitleri daha elden çıkmadan yakalayan, denize doğru daldıklarında beyaz köpüklerin arasına karışıp bir diğer vapuru takibe giden..

Bu şehre hayat veren içinden boylu boyunca ikiye ayırıp akan bu deniz. Kıymeti bilinmeyen bazen kokusuyla bizi cezalandıran, hayatı kolaylaştıran ve İstanbul'u İstanbul yapan.

Nereye gitsem nerede yaşasam İstanbul bir özlem, nereyi beğensem nereyi görsem İstanbul'a rakip değil. İstanbulda olmak her gün ona dokunmak her bir hayatının içinden geçmek, sokaklarında dolaşırken eski sahiplerinin izini sürmek içinden içe beni heyacanlandıran bir serüven.
İstanbul, tüm sokakları içime açılan, davetkar, esrarengiz, büyüleyici...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Beden değil! RUH!

Saatlerce seyahat bloglarında gezindikten sonra gidemeyeceğim fikrine kapılmama rağmen birden nedense acaip bir mutluluk sardı içimi işte o anda tamda bu şarkıyı dinleyesim geldi. Sözleri müziği neden tekrar tekrar Türk filmlerini izleyemeye doyamadığımı da farketmemi sağladı. Umudu seviyorum gelecek güzel günlere inancım var arada karamsarlaşsam da evet, hayatta güzel şeylerinde olabildiğini görmek, bir şey çok istenmişse elde edildiğini öğrenmek daha da güven veriyor bana. umudu hayatımın ortasına yerleştirmek istiyorum. işte eski kırk beşliklerden Meral ve Zuhal kardeşlerin yorumuyla "Param Yok, Pulum Yok" tüm gidemeyipte kalanlara gelsin :)


9 Şubat 2010 Salı

Merkür seni bekliyorum...

Çocukluğumun bildik tınısıdır, tüm üreticiliği, sevgisi, sıcaklığı ve şevkat dolu elleriyle dört duvarı yuva yapan annemin emektar dikiş makinasının tıkırtısı.
O makinadan neler çıktı. Paltolar, bluzlar, pantolanlar, etekler, tulumlar, döpiyesler.. Hafızam görüntülerle kodlanmıyor sanırım. Bir melodi, bir koku hatıraları saklandığı derin kuyulardan çekip çıkarabiliyor.
Annemin maharetli ellerinde oluşmayı bekleyen yeni alınmış kumaşın kokusu, iğne kutusunda ki mıknatısın şekli, makinanın pedalı, Burda dergisinin patronlarından çıkarılan kalıplar, bol teğel ve annemin makinadan uzak durayım, oyalanayım diye elime verdiği, yepyeni kırmızı ruju kırışım.
Hepsi, tüm çocukluğum, bir sesle gözümün önüne geliverdi birden. Kıskançlıkla süzülen kırmızı paltom, mor tulumum, pembe eteğim ceketim, siyah kadife takımım ve daha bir sürü kıyafetim. Bazen düşünüyorum da bukadar yetenekli bir anneye sahipken acaba ben neden bundan hiç nasiplenememişim. Benim yaratıcılığım eşarplarla yaptığım saçma sapan komik tasarımlardan ileri gidemedi.
Tatil boyunca annemle geçirdiğim günler sonunda onunla beraber bir Akşama Doğru Nüket Duru izleyicisi oldum çıktım. Sakin sakin sohbet eden, yıllandıkça güzelleşen ve yaşsızlaşan Nükhetciğim, dolu dolu sesiyle arada sölediği şarkılarla en izlenebilir kadın programını yapıyor sanırım buaralar. Bilenler bilir hiç aram yoktur burçlarla aslında, balık olunca nolur, ikizler insanı(!) nasıl biridir bu kategorizeleri pek bildiğim söylenmez. Anca deneyimlediğim birşeyler varsa bu genellemelere katılabilir. 'Hımmm evet gerçektende tanıdığım bütün yaylarda öyle ya..' gibi. Ötesine gidemez yorumlarım hatta bu ay kovaları şu bekliyor dendiğindede dikkate alıp dinlemem, olacağınada inancım yoktur zaten.
Evde hiç bir şey yapmadan geçirdiğim kendimi nadasa aldığım şu dönemde sanırım ki geleceğimde bir heyecanın var olduğunu duyma isteğim bir beklentimin olması öyle ağır bastı ki kulak dikilip dinledim Duru'nun programında ki astrologu: "Verimli ve başarılı çalışmalar yapabileceğiniz bir dönemde bulunuyorsunuz...Hafta ortasından yani perşembeden itibaren Merkür kova burcuna geçiyor. Olumlu ve yaratıcı bir dönem başlıyor. Kafınız bir çok düşünceyle karışık karar veremiyorsunuz fakat iş hayatınız hakkında ki bu düşünceler Merkür'ün etkisiyle ortaya çıkan yaratıcılık sonucu çözülecek." Duyduğum an "amiiiiinnnn.." dedim canı gönülden.
Mezun olmama çeyrek kala kendimi aradığım şu günlerde, neyse yeteneğim çıksın istiyorum artık ortaya.
Merkür'ü heyecanla bekliyorum, benden habersiz, burdan bilmem kaç ışık yılı uzakta olan bir gezegene umut bağlıyorum.
Ve diyorum ki; Ey Merkür gel geleceksen artık!