31 Ocak 2010 Pazar

Şerefee...!

Kendi dilimde bile şöyle bir güzel ağız dolusu diyemeden başka topraklarda, farklı kültürlerin arasında, bambaşka dillerde gönlümce dola taşa söyledim.
Budmo!
Kambe!
Prost!
Cin Cin!
Santé!
Cheers!
Şerefe...
Bunun verdiği keyif anlatılamaz.

Aslında bu yazıyı çok farklı düşünmüştüm. Gece yatarken bir anda aklıma gelen fikri çok sevdim. Ama sabah uyanıpta gazeteyi açtığımda gördüğüm yazıyla kocaman bir gülümseme kapladı yüzümü. Yazı başlığım orda karşımda duruyordu. Bazen hayat bana küçük tesadüflerle göz kırpıyor gibi hissetmeme neden oluyor. Ve bir anda tüm düşündüğüm şeyler uçtu gitti.

Şerefe'nin hikayesi anlatılıyordu. Merakla okumaya başladım ve bitirdiğimde yanlış olma ihtimalini yoksayarak hafızama kazıdım olurda bir gün yine bir yerlerde bu ne demek derse biri bana anlatayım diye.
Aslına bakılırsa hakkında hiç düşünmediğim bir kelimeydi, böyle bir hikayesinin olması hatta bir hikayesinin olması bile beni neden bilmem çok mutlu etti.
Çooook eskiden dostlar bir sofrada biraraya geldiklerinde birbirlerine söz verirlermiş. İçkinin etkisiyle her ne yapılır, her ne sırlar dökülürse ortaya bunun o sofrada kalıp sonsuza kadar güvende saklanacağına dair. Ve :
-Şerefine mi?
-Şerefine! derlermiş hep bi ağızdan. Böylece söz akdi de imzalanmış olurmuş.
İşte zamanla şerefine söylene söylene şerefe oluvermişşşş...

Düşünsenize bir sofrada buluşan bu insanlar, yıllarca birbirlerine sadece bir sözle güveni, dostluğu, sadakati ve yakınlığı sunmuşlar.
Sözlere güvenilen, tutulan en önemlisi de demek ki şerefin şeref olduğu zamanlarmış.
Şimdilerde sırtlarımızdan aldığımız bıçak darbeleriyle öylesine sertleşti ki derimiz, tutan kabukların üzerine artık ne saplanırsa saplansın eskisi kadar acı yada şaşkınlık vermiyor. Güvendiğimiz dağlara karlar da yağamıyor çünkü kimseye güvenipte sırtımızı dayayamıyoruz.
Böylesine naif bir sözün verilerek tutulması artık çok eski bir efsane ve malesef hayal.

Zaman zaman kendimle çok çeliştiğimin farkındayım. Fakat bazen bir dostluğa ve sadakate inanma ihtiyacı tüm savunma sistemlerini çökertebiliyor.
İlk haliyle düşündüğüm yazıyı yayınlamadan duramayacağım. Hikayeyi okumadan önce düşündüklerim nedense birden daha da önemli geldi bana.

"Her bir sözcük -Şerefeeee nidalarından sonra kalkan kadehlerden gelen çınlama sesi gibi işledi.
22 Ocak'ta, birbirinden habersiz alınmış aynı işlevli iki hediye verildiğinde, işte o an bir yudum almadan önce, ahenkle çıkan çınlama sesleri arasından yükselen, güzel dilekleri duymuş gibi hissettirdi bana. Biri bir hayata, öteki bir dostluğa adanmıştı.
Hani anlamsızca için kıpır kıpırdır ve mutlusundur ve herbir tokuşturma bir iyi dileği yanında taşır ya şerefe demek de sanki amin demek gibidir üstüne, bütün dilediklerin olsun diye, işte öyle bir andaymışım gibi hissettim verildiklerinde.
Neden bilmem bende o heyecanı, mutluluğu yarattı.
Her birini aldıktan sonra gönlümden kabaran bir çoşkuyla, vaadettiklerinin üstüne Şerefe demek istedim.

Şerefe dostlarım..
Şerefe Hayatımmmmm.."

4 Ocak 2010 Pazartesi

..


Evet bu hobo olma olayına çok taktım. Endüstri Sosyolojisinin finaline çalışmaya çalışırken de gerçekten beni tam manasıyla kalbimden vurdu. Bir rivayete göre Amerika'da fabrikaların fordist üretime geçmesiyle daha az emeğe ihtiyaç duyulması sonucu, işlerinden olan insanlardan oluşan hobolar kötü diyebilceğimiz bu durumu avantaja çevirmişlerdir. Paraları oldukça gezer bitincede çalışırlar ve sırtlarında çantaları, tavaları bir de battaniyeleriyle dolaşırlarmış. Efendime söyleyeyim bu hobo insanları yardım aldıkları, kullandıkları evlerin hanların kapılarına bazı işaretler yaparlaşmış ki kendilerinden sonra gelecek hobo içerde onu ne beklediğini bilerek girsin içeri.
Mesela çorba için acıklı bir hikaye anlat, çalışma karşılığı yemek, sahtekar bi adam, bahçede köpek var gibi tüyolar veren şekiller.
Müthiş değil mi? Gel de onlara katılmak isteme! İşte o işaretlerden bazıları:

Benimde böle tasımı tarağımı toplayıp işaretleri takip ede ede dünya kazan ben kepçe dolaşasım var. Olsa ya..

I wanna be a HOBO!

Yaşadığını yeniden kalpten hissettiren o şey olmayalı ne kadar olmuştu. Monotona saplanıp kaldığını hissetmediğin o kısacık bir an bile var olmayalı. Son heyecan pırıltıları da ellerinde yavaş yavaş söneli.

Şimdi hayat sıraya girdi akıyor benim için. Ve bir önceki sahneyi gördüm malesef daha önce. Üstünde durduğum yol ben geri geri gitmeye çalışsamda sürüklüyor oraya. Sadece içimde ki hayalleri olan kız rahatsız bu durumdan ama oda okadar cılız ki karşı koyamıyor olacaklara.

Olmazların oluşu.. hani olmaz ya ama bi bakmışsın şans bu ya oluvermiş.
Gözlerini açmışsın başka bir şehirde başka bir hayatta, o olmak yeniden. Bambaşka biri yani sen ve burada bütün olamadıkların. Daha da açığı hiç bir kısıtlama olmadan tüm benliğinle sen olmak.
Sadece bir tek sen olmak. Tekil olmak ve yeni birşeyler bulmak ama sadece bir süre tekil olmak.

3 Ocak 2010 Pazar

Teskin edilmeye ihtiyacım var..

16b hattına yeni yeşil otobüslerden vermişler. İlk gördüğüm anda öyle çok mutlu oldum ki tarifi yok. Sonunda o dangıl dungul, dikdörtgenler prizması, üç koltuklu, bastığında yer yer zemini içine göçebilen, motoru ve tekerlekleri olduğu için otobüs dedikleri götürgeçten kurtulduk.
Çok güzel ama bir o kadarda plansız bir şehir burası. Evet bazen böyle oluşunu seviyorum ama bazen de gerçekten insanın tahammül sınırlarını çok fazla zorluyor bu durum.
Metro bulunalı neredeyse iki yüzyıl olmuş biz daha yeni yeni inşaatlarına başlıyoruz. Onların metroları raylı sistemleri bir ağ gibi ülkeyi şehirleri örerken bizimkiler dümdüz bir plan üzerinde bir aşağı bir yukarı gidiş geliş olarak planlanıyorlar. Zaman zaman buna da şükür demiyor değilim bari hiç olmazsa yapmaya başladılar bi proje var her nekadar bitişini çocuğumun görme ihtimali warsada.
Madem motorlu araçlarla toplu taşımaya yöneldik bari yollar otobüsler düzgün olsun dime o da yok. Onlar da apayrı bir facia. Yeşile boyayıp üstüne de çevre dostu yazınca çevre dostu olabileceğini havayı kirletmediğini falan düşünen insanlarla yaşayıp bizle dalga geçen bu zihniyetle idare ediliyoruz. E-5 karayolu hiç sebep yokken bir anda çökebiliyor. Köprünün bir ayağı yamulabiliyor yada çürüyüp altından dökülmeye başlıyor ve tesadüfen bana birşey olmaz sözünü hayat felsefesi haline getirmiş yurdum insanının düşen o parçalar üstüne gelmiyor, kimse yaralanmıyor, ölmüyor. Ama bu duruma rağmen alttan yavaş yavaş eriyen köprü tamir edilmesi yada belki kapatılıp yerine yenisinin yapılması gerekirken mantıken böyle olası gerekir değil mi ama ne yazık ki öyle olmuyor. Ve köprünün patlak bölümü demir levhayla kaplanıp kapatılıyor içten içe çürüyerek kaderine terk ediliyor.
İnsan hayatı burda öyle değersiz ki hiç yoktan yere insanlar ölebilir ve evinde oturup benim başıma gelmez diye sıcak koltuklarına gömülen bizler, kendimizi soyutlayarak gerçekten bize olmayacağını düşenebiliriz. Yavaş yavaş herbir yenisini duyuşumuzda dahada kayıtsızlaşabiliriz bu kayıplara. Ve sebep olanlar ceza bile almaz yada aldığı ceza öyle komiktir ki keşke almasaydı bari sanki bizimle biri bizimle dalga geçiyor gibi diye de düşüncelere iter insanı.
Evet burada insan hayatı çok ucuz ama yaşam çok pahalı. En pahalı benzini doğalgazı biz kullanabiliriz en çok vergiyi biz verebiliriz ama değerimiz yoktur işte. Biz sadece gelir kaynağıyızdır.
Her türlü haktan fırsattan yoksun İstanbul'un göbeğinde yaşayıp denizi bile göremeyebilirsin. Bunlar gerçekten olabilir. Okuldan eve dönüşler garanti değildir. Bastığın logar kapağı olması gerektiği yerde olmadığı için kayıp içene düşebilirsin yada bindiğin otobüs bombalanabilir. Gece dışarı çıkmak yürek ister. Her an herşey olabilir. Kap-kaç, darp, gasp.. Ve eğer bunlardan herhangi biri başına gelirse şöyle birşeyide duyman kuvvetle muhtemeldir: -Ne işin vardı gecenin o saatinde orda otursaydın ya evinde...
Burda kaçırılıp tecavüza uğrarsın, tecavüzcünün bir arkasının sıvazlanmadığı kalır. Hatta -Niye o kıyafeti giydin yalnız başına ne işin vardı orda? sen adamı tahrik etmişsin bile denebilir. Evet olur bunlar normaldir.
Biz burda acımasız ilkel insan davranışlarının hüküm sürdüğü, kafalarının içinin örümcek kaynadığı bir yerde yaşarız. Ve en kötüsü bunu her geçen gün biraz daha kanıksarız.
Elimde sihirli bi değnek olsa ve ters giden herşeyi aksine çevirebilsem.
Bir sabah uyanıpta televizyonu açıp haberleri dinlediğimde acı, dramatik, trajik, tranvatik şeyler değil de, sadece sıkıcı ekonomi haberlerini duyabilcek miyim?Bu olabilcek mi? O günler gelebilcek mi?
Galiba bunların gerçekleşmesi artık ancak sihirli değneklere kaldı.

Cevap..

Ben;

  • Bu hayatta en çok kendimi seviyorum -Evet
  • Kendimi düşünüyorum -Evet
  • Önce kendimi önemsiyorum -Evet
  • Napıyorsam kendim için yapıyorum -Evet
  • Kendi çıkarımı kolluyorum -Evet

Peki ya sen;

  • Koca dünya da kendini yapayalnız hissettiğin oluyor mu?
  • Sana senden başkasının olmadığını hissettiğin zamanlar gittikçe çoğalıyor mu?
  • Yaşadıklarından sonra eğer kendine güvenmiyorsan kimseye güvenip yola çıkmaman gerektiğini hiç düşündün mü?
  • Başkasına bağımlı yaşamak istiyor musun?
  • Kendini kullandırmaktan hoşlanıyor musun?

Eğer ilk üç soruya evet, son iki soruya hayır cevabını veriyosan dürüst olalım sende biliyorsun ki hayat siyahlar ve beyazlar diye ikiye ayrılmaz bazen daha çok siyah bazense daha çok beyaz ama genellikle ikimizde ortalarda bir yerde o gri bölgedeyiz ikimizde var olabilmek için benciliz!

2 Ocak 2010 Cumartesi

Su yolunu bulur...

Bu güne, bu yeni yıla gelsin dinledikçe beni adeta bi top bulutun üzerinde oturarak dünyayı dolaştıran pembe hayallere sewk eden caaanımın içi şirin şarkı...

Şapkadan yılbaşının kendisi süpriz çıktı...


İnanılmayacak kadar güzel bir yıl başı geçirdim. kendisinden bekleyenmeyen bi performans sundu ilk defa 'özel' bir gün hayatımda. Şöle bi düşününce tüm özel diyebilceğim günleri kendiliğinden oluşan hiç katkımın olmadığı yada sonunda ufakta olsa bi hayal kırılığı olmayan olmamıştı sanırım.
2010 başladığı gibi gitsin isterim. Hayatımda içime dert olan herşeyi silsin süpürsün. Mutlu olunan insanlarla kahkahalardan yaşaran gözlerle dewam etsin.
Yalnızca ben olduğum, bütün kırıklıkların, mutsuzlukların, varolma savaşlarının arkada kaldığı huzurlu bi yıl olsun.
Ewet tek dileğim bu, bu yepisyeni yıldan: HUZUR!
Yalnızca ama yalnız olmadan huzurlu bir yıl daha yaşamak şu hayatta..